Ahmet Nesin's Blog

Ekim 31, 2013

MARMARAY’IN DUAYLA AÇILMASI VE AZİZ NESİN’İN BİR ÖYKÜSÜ!..

Filed under: Uncategorized — ahmetnesin @ 5:41 am

 

MARMARAY’IN DUAYLA AÇILMASI VE AZİZ NESİN’İN BİR ÖYKÜSÜ!..

 

Biz havaalanını da deveyle açarız, denizaltı tünelini de, kimi evliliklerimizi de duayla yaparız, arabaya besmeleyle girer kucağımıza bebekleri oturturuz. İşin içine din girdi mi teknolojinin lafı bile olmaz, hastamızı okutur, sonra da doktor öldürürüz. Sonra da bunları normal olaylarmış gibi televizyonlarda çıkar tartışırız. Kimi profesörler bunları savunurken salak salak “Adam haklıymış” diyenlerimiz olur. Sabah Gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak da dünkü yazısında mühendislerin Marmaray’daki endişesini belirtip, yazısını “Allah kazadan beladan kem gözlerden sakınsın…” diye bitirmiş. Ülkenin başbakanından yazarına, aydınından siyasetçisine böyle olunca Aziz Nesin’in boşuna yaşamadığı ortaya çıkıyor. Bütün bunları yaşarken onun Garba Açılan Pencere öyküsünü paylaşmak istedim sizle.

GARBA AÇILAN PENCERE

– Bizim orası küçük yer, taşra ili… Küçük yerde büyük görünmek kolay oluyor. Ben de daha lisenin onuncu sınıfındayken, ilin tek gazetesine başyazılar yazmaya başlamıştım. Herkes “Kalemi kuvvetli maşallah” diyordu.

Liseyi bitirdiğim yıldı. Bizim İl’e demiryolu ulaştı. İlk tren gelecek. Herkeste bir hazırlık, bir hazırlık…

Müftü Efendi bizim uzaktan akrabamız olur. Bana bir haber gönderdi: “Aman bir nutuk yazsın, trenin geldiği gün okuyacağım…”

Müftü Efendi çok sayılan bir bilgin kişi. Çocukluğumuzdan beri büyük, küçük hep böyle duymuşuz. Bize göre, Müftü Efendi’nin bilmediği hiçbişey yok. Gencimiz, yaşlımız buna inanmışız. Sanırım, Müftü Efendi o zaman yetmişini geçkindi. Bembeyaz uzun sakalı vardı. Evinden pek seyrek çıkardı. Böylece ağzından dökülen her hece, ayrı bir değer kazanırdı. Biz onun çok derin bilgisini, bu susuşundan çıkarıyorduk.

En çok bildiği tarih, bizim ilin tarihiydi. Bütün il sınırlan içinde geçmiş olayları bilirdi. Şu evde kimler yaşamış, neler yapmışlar, eski yangınları, Bizanslılar zamanını, islam ordusunun bu kenti zaptını, her şeyi, her şeyi bilirdi. Bütün kent halkı Müftü Efendi’yle övünürdük. Vali, Belediye Başkanı filan, bunların hepsi Müftü Efendi’den çok sonra gelirdi. Büyüklerden biri şehrimize gelse, hemen ziyaretine gider, Müftü Efendi’nin elini öperdi.

İşte bu denli ağır ve önemli kişi olan Müftü Efendi’nin, şehrimize ilk trenin gelişi günü yapılacak törende bir nutuk söylemesi gerekiyordu. O da bu çok önemli nutku yazma görevini bana vermişti. Bu işin ağırlığı altında ezildim. O yaşta, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri bile daha görmemişim, ilk trenin gelişinde neler söylemenin gerekli olduğunu bilmiyordum. Bütün bilgim, okuduğum bikaç kitaptan, gazete ve dergi yazılarından geliyor.

Çok sıkı çalışarak üç günde, bir nutuk hazırladım. Müftü Efendi’ye amcamla gönderdim.

Trenin ilk gelişi günü büyük tören yapıldı. Bütün şehir halkı istasyona yığıldı. Lokomotif geldi. Kurbanlar kesildi. Önce Vali bir nutuk söyledi, arkadan Müftü Efendi…

Ben, Müftü Efendi’den daha heyecanlıydım.

“Tren, garba açılan bir penceredir. Bu pencereden ziya girecek, yalnız ziya değil başka şeyler de girecek. Medeniyet, tekerleklerin üstüne binerek bize kadar geldi. Tekerlek ne demektir?.. Tekerlek, medeniyetin ayağıdır. Tekerlek olmasaydı, dünyada hiçbirimiz olamazdık. Biz bugün tekerleklerin sayesinde ilerliyoruz. Şu tünele, şu dağların içine açılmış deliklere bakınız. Şu gördüğünüz delikten neler doğacak neler. Nurlu istikbal bizimdir.Bu bir hazinedir. Eline geçirdiğin bu hazineyi iyi kullan hemşehriii! İyi kullanırsan, çok para kazanırsın, zengin olursun, itibarın artar.

Tekerlekler, raylar üzerinde kayacak, Her seferi seni zengin edecek hemşehri! Kaç sefer olursa o kadar kârlısın. İş yol açılıncaya kadardı. Bir kere yol açıldı ya, artık bütün hemşehrilerimiz bu yolun üstünden kolaylıkla gidip gelecektir. Mallarımızın değeri artacaktır. Sen de malının değerini, kadrini bil!..

Cumhuriyet sayesinde önümüze gelen bu malın kıymetini bilelim; binerken, üstüne basarken, içine girerken titremeliyiz. Dikkatli binmezsek bozulur, sonra bizden başkaları kullanamaz. Elin, yabancının malı değil ki hor kullanalım. Kendi malımız, bütün hemşehrilerimizin. Hepimizin ortak malımız..”

Ondokuz yaşında, taşra lisesini yeni bitirmiş bir genç başka ne yazabilir, işte böyle şeyler…

Müftü Efendi’nin nutku, umulandan da çok alkışlandı. Öbür nutuklardan hiçbiri, Müftü’nün nutkunun etkisini yapmadı. Alkış kıyamet…

Herkes “Bizim Müftü gerçekten derin hoca…”demeye başladı. Doğrusu, Müftü Efendi de nutku hem iyi ezberlemiş, hem de güzel, heyecanlı söyledi. O günden sonra, nerede bir tören, bir toplantı olsa, Müftü Efendiyi nutuk söylemeye çağırdılar. Müftü Efendi de her gittiği yerde hep o nutku tekrarlayıp durdu.

Yalnız nutkun içinden “tren” kelimesini çıkarıyor, geri kalanlarını olduğu gibi söylüyordu. Nutuk herkese o denli güzel geldi ki, hiçbirimiz nutku tekrar tekrar dinlemekten bıkıp usanmıyorduk. Cumhuriyet Bayramı’nda, bir kereste fabrikasının açılışında, büyüklerden birinin şehre gelişinde, hep bu nutuk söylendi.

Ziya adında bir akrabamız var, babası çok zengin. Bunlar İstanbul’dan bir gelin getirdiler. Görülmemiş, duyulmamış bir düğün yapıldı. Düğün ziyafetine; şehrin bütün ileri gelenleri çağrıldı. Biz de gittik. Aile çok mutaassıp, ama son derece mutaassıp… Kadınlarla erkekler ayrı odalarda yemek yiyoruz.

 Ne de olsa gelin İstanbullu olduğundan, yemekten sonra kadın erkek hep bir araya toplanıldı. Müftü Efendi’ye konuşması için rica edildi. Doğrusu, Müftü Efendi konuşmak istemedi. Ama öyle zorladılar ki, adamcağız konuşmak zorunda kaldı.

Ayağa kalktı, başladı konuşmaya:

“Muhterem hemşehrilerim!

Yeni kurulan bu yuva, garba açılan bir penceredir. “

Daha nutkun başında bir hoşnutsuzluk mırıltısı başladı. Ailenin pencereye, hele garba açılan pencereye benzetilmesi, bizim mutaassıp çevremizin insanlarını sinirlendirdi.

 Müftü Efendi gelini göstererek devam etti:

“Bu pencereden ziya girecek, yalnız ziya değil, medeniyette girecek…”

Zaten İstanbul’dan kız aldığı için yayılan dedikodulardan sinirli olan damat Ziya’nın kaşı, gözü oynamaya başladı. Ziya’nın elleri titriyordu.

Müftü Efendi devam etti:

“Medeniyet, nur gibi medeniyet, tekerleklerin üstüne binerek bize kadar geldi.Onu hepimiz kucaklayıp bağrımıza basacağız. Çünkü o hepimizindir.”

Sinirli, kızgın öksürüklerle nutuk kesiliyordu.

“İşte karşınızda tekerlek!.. Tekerlek ne demektir? Tekerlek olmasaydı, dünyada hiçbirimiz olamazdık. Tekerlek medeniyettir. Biz bugün tekerleğe, medeniyetin tekerleğine kavuştuk. “

Damat Ziya elini arka cebine attı. Bir cinayet olabilirdi. Bu gergin havada Müftü Efendi, nutkuna devam etti:

“Şu tünele bakınız! Bu delikten neler doğacak, neler! Nurlu istikbal bizimdir.”

Yer yer yükselen mırıltıları, her zamanki gibi başarısının sesli gösterisi sanan Müftü Efendi, damat Ziya’ya dönerek şöyle dedi:

“Bu bir hazinedir! Eline geçirdiğin bu hazineyi iyi kullan hemşehri! İyi kullanırsan çok para kazanırsın, zengin olursun, memlekette itibarın artar. İşler eskisi gibi zor değil artık. Her seferi seni zengin edecek. Kaç sefer olursa o kadar kârlısın genç hemşehri!.”

Arkadaşları, damadın elini tutmasalar, kan dökülecekti.

 Kayınpeder, Müftü Efendi’nin kulağına bişeyler söyledi..Ağır işiten Müftü Efendi, başını salladı, nutkuna devam etti:

“İş, bir kere yol açılıncaya kadardır. Yol açıldı ya, herkes rahat rahat gidip gelecek. Arkadaş, Cumhuriyetimizin sayesinde sahip olduğumuz bu kıymetli malın değerini bilelim; binerken, üstüne basarken, içine girerken titremeliyiz. Dikkatli binmezsek, çabucak bozulur, başkaları istifade edemez, yabancının malı değil ki, hor kullanalım. Kendi malımız..”

Arkadaşları dışarı çıkardıkları için, damat Müftü Efendi’nin sözlerinin sonunu duymamıştı.

Nutuktan sonra bir soğuk hava esti…Müftü Efendi, neden alkışlanmadığına çok şaştı!!!…

Üç gün sonra da Ziya, İstanbul’dan getirdiği güzel gelini geri gönderdi. Boşandılar…

 

2 Yorum »

  1. KÜRDİSTAN’DA REFERANDUM !
     
    Önümüzdeki dönem, Kürtler’in temel sorunlarını ilgilendiren alanlarda önemli kararlar almanın zamanıdır.

    Irak ve Suriye’deki muğlak durum, TC’nin Kürt politikasının 1920′ lerden daha geriye gitmesi ile oluşan yeni durum, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı için Kürdistan’ın dört parçasında referandum yapılmasının zorunluluğunu ortaya çıkarımıştır.
    Kendi kaderini tayin hakkı”nın Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda alınan üç ayrı kararla güvence altına alınnasına rağmen TC Hükümetleri ile oyunlar oynamanın gereksizliği meydandadır. Kaldı ki bu hak ayrıca uluslararası mahkemeler tarafından da kabul edilmiştir. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (CSCE) 1975 yılında Helsinki, 1993 yılında Paris, Birleşmiş Milletler’in 1993 yılında Atina’da düzenledikleri konferanslarda kendi kaderini tayin hakkının en merkezi insan hakkı olduğu, temel insan hak ve özgürlüklerinin yaşama geçirilmesinin temel koşulunun bu hakkın tanınmasından geçtiğini vurgulamışlardır. Hala Irak adını taşıyan kağıt üzerindeki devlette kalan Güney Kürtleri bağımsız bir Kürdistan devleti ilanına geçebilirler, bu kıvılcım diğer 3 parçayı hemen harekete geçirecektir. O zaman AKP’nin sahte açılım, süreç gibi yalanları da çöpe atılacaktır.
    Belirtilen sözleşme ve alınan kararlara rağmen Kürt halkının en temel haklarının inkar edilmesi, Kürtlerin, bin bir yalan ve dolanla oyalandırılması kaybedilen zaman olarak görülmelidir…
    Kurdistan’ın büyük bir bölümünün bulunduğu Türkiye’de Kürtlerin varlığı neredeyse yüz yıldır inkar ediliyor.
    Kemalizm adına Kürtlerin kaderini tayin etme manevrasına giren, Kürtlükle alakası olmadığı halde kendisini Kürt diye tanıtan İsmet İnönü, 12 Aralık 1922 tarihli Meclis oturumda, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Türklerin olduğu kadar Kürtlerin de hükümetidir. Çünkü Kürtlerin gerçek ve meşru temsilcileri Millet Meclisi´ne girmiştir. ” demiştir.
    Şimdi ise roller değişmiş, İsmet İnönü’nün devamı olan K. Kılıçdaroğlu kendisini Türkmen ilan etmiş ve İnönü gibi Kürtleri kandırma görevi ise AKP lilere verilmiştir. O zamanki demogojileri şimdi de duymaktayız. AKP ve diğer TC temsilcileri, içlerindeki Kürtleri bahane ederek kardeşlik adına Kürtleri doğal haklarından mahrum bırakmak istiyorlar.
    Aynı İnönü, Ankara’nın Kürt milletvekillerine gelince, onların nasıl seçilmiş olduklarını çok iyi biliyordu…O dönemde halkoyu ile seçilmiş tek milletvekili yoktu! Bütün bu insanların doğrudan doğruya atanmış oldukları ve bunların çoğunun Türkçe bilmedikleri için Meclis’in çalışmalarına katılmadıkları herkesçe bilinmektedir. Bu sözde Kürt temsilcileri, kendilerine vaat edilen, savaş bittiğinde kendilerinin olacağını sandıkları Kürdistan otonomisini ( onlar o dönemde bağımsızlık anlamında kavramışlardı…) almak için Kemalistlerin telkinlerine kapılmış ve lafta vekil gibi görünüp heykel gibi orada görünmüşlerdir. Kemalistler, kandırdıkları bu ağaları, savaşı kazandıktan sonra tasfiye etmişlerdir.
    İslamcılık boyası süren Türk ordusu Kürtleri fiziken, Kürt boyası süren AKP‘yse siyaseten tehdit ediyor. Ordu öldürerek, AKP tasfiye ederek bitirmek istiyor.

    Türk ordusu esas olarak bu yüzden AKP’yi iktidarda tutuyor. Aralarında çelişki olsa da AKP’ye Kürtleri tasfiye edeceği umuduyla destek veriyor.
    Kürtler önce AKP’nin yedeğine düşürülmek, sonra da Türk-İslam sentezi içerisinde eritilmek isteniyor. Denize düşenin yılana sarılması misali Kürtler karşısında açmaza düşen ordu AKP’ye bu nedenle yapışmış, bırakmıyor.
    Kaldı ki AKP Kürtlere Kürdistan’ı Türk-İslam kılıcıyla yeniden fethetmekten ve onları Ortaçağ karanlığına gömmekten başka bir şey vaat etmiyor. Başından beri Kürt düşmanlığı temelinde Suriye’de İslam adına hareket eden AKP iktidarı, Suriye’deki tetikçi çetelerin finansmanı, eğitim ve lojistik destek sağlaması noktasında Suudi Arabistan ve Katar ile önemli görevler üstlenmişlerdir.
    Türkiye demokratikleşme değil, geriye gidiyor.
    TC rejimi henüz Kürt meselesinin çözülmesi gerektiği aşamasında değildir. Kürtlerin haklarını tanımak konusunda, Başbakan da dahil, ciddi bir direnç mevcut. Erdoğan daha ırkçı, eski İnönü gibi bile konuşamıyor. Kemalciler meclisde kürsüden Kürt, Kürdistan kelimelerini rahatça kullanırken, şimdiki Erdoğancılar, Kürt kelimesini tabu olarak görmeye devam ediyorlar. Ne yazık ki, demokratikleşme paketi denilen şey zaman kazanmaya yönelik bir hamle gibi görünüyor. 
    Kürt Hareketinin politik etkisini kırmak için devlet olanaklarını sonuna kadar kullanan AKP özellikle, Kürtleri kendi içerisinde bölmeye ve parçalamaya çalışıyor. Bunu başardığında esas hedefine varmış olacak ve bugün Kürtlerin lehine olan politik tablo tamamen yeniden şekillendirilecek. AKP’nin bütün planı, bugüne kadar askeri ve politik olarak yenemediği Kürt Hareketini, Kürt kitlelerini farklı politik eğilimlere yönlendirerek içte parçalamaktır. Bu planın başarısız olması bir yana, devletin Kürtlere yönelik izlediği politikilar bakımından ciddiye alınması gereken önemli bir noktadır.
    Kürtler söz konusu olduğunda Tayyip Erdoğan, Ariel Şaron’u aratmıyor. ”Kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır‘ diyen başbakanın elinde 2006 yılında Amed’te vahşice katledilen 9 Kürt çocuğunun kanı duruyor.
    Kimse AKP’yi allayıp pullamasın. Kimse kendini de kandırmasın; Kürt meselesi çözülecekse eğer AKP’nin de CHP ve MHP gibi Kürtler karşısında iflası yaşamasıyla çözülecektir.
     
     
    KÜRTLER KİMİNLE KARDEŞ OLDUKLARINI KENDİLERİ BELİRLEMEMİŞLERDİR.

    Bilindiği gibi I. dünya savaşının sonunda Kürdistan toprakları Kürt halkının rızası dışında dört parçaya bölünüp, her bir parçası ayrı bir yabancı egemenliğe teslim edilmişti. Kardeşlik yalanları ile çizilen sınırlar ile Kürdistan ve Kürt Halkı parçalamış, Kürdistan Halkına demokratik bir ülke ve devlette birlikte yaşamaları için gerekli şartlar ortadan kaldırılmıştır.
    a- Kürtler, nereden bölündüklerini bile bilimiyorlar, sınırları kendileri çizmemişlerdir. Çoğu Kürt ailesi içki masalarında çizilen sınırlar yüzünden, tel örgülerce bölünmüştür. Ailenin bazı fertleri Irak, bazıları ise Suriye tarafında kalmıştır.
    b- Bölenler, şimdiki sömürge valileri değil, batı devletleri idi. Yani ingiliz ve Fransızlar Kürtlerin kiminle kardeş olmaları gerektiğini Kürtler’den bağımsız olarak belirlemişlerdir!
    Birinci Dünya savaşı’ndan sonra Milletler Cemiyeti’ni kuran ülkelerin Kürtlerin taleplerine karşılık vermedi, aynı tutumun İkinci Dünya savaşı’dan sonra kurulan Birleşmiş Milletler tarafından da sürdürüldü. Bu yıllarda Asya, Latin Amerika ve Afrika’da büyük değişiklikler olup 67 yeni devlet kurulup, cemiyetlerce tanınırken, onlarca halk teker teker bağımsızlıklarını kazanırken, Kürdistan’da bir şey değişmedi ve Kürtler’e statü verilmesine amansızca karşı çıkıldı.
    Bugün Dünyada 208 devlet var. Bunlardan 193’ü Birleşmiş Milletler’in üyesi. Kürtler ise statüsüz…
    Bugünkü TC hükümeti de bunu örnek alarak Kürtlere insanca bir statü vetrmeye yanaşmıyor!
    Yabancı devletlerce çizilen sınırlar içerisinde, tanımakdıkları kardeşilerini bulan Kürtler, sömürge valilerince acımasızca ve cok insafsızca katliamlardan geçirildi. Kürtler tarafından buna karşı görkemli çıkışlar olmasına rağmen başarı sağlanamadı.Kürtlerin biribirlerine gidiş gelişleri engellenemeyince,Zahodan Hataya kadar araya tel örgüler çekilmiş, sığınaklar kazılmış,askeri gözcü kuleleri dikilmiş bu da yetmeyince mayın tarlaları döşenmiştir.
    İran, Irak, Suriye ve Türkiye, Kürtlerin dostu değil, düşmanları olduklarını ispatlamışlardır.
    Şimdi bu şekliyle, Kürt Halkı dört devlet tarafından eziliyor, bugün, oluşan şartlar altında, bunlara kendisini sonsuza dek ezdirmeme sinyalini, tek liderlik altında birleşerek vermelidir…
    Kürt halkı; dört ülkede kardeşlik adı altında, kendisine düşmanlık yapan bu işgalcilerle beraber yaşayamaz. Bunun maddi temelleri ortadan kalkmıştır.
    Birlikte yaşama yüzyıllardan beri deneniyor,yeniden fantaziler kurmak, insanları kandırıp, başka dilden masallar uydurmak abes kaçmaktadır. TC ve diğer 3 devlet yeterli zamanlarını kullandılar, sonuç tam bir fiyasko olduğuna göre daha fazla zaman geçirmemek gerekir. Kürt halkı 4 devlet tarafından kardeşçe değil, düşmanca muamele gördü. 4 devletin ortak zulmüne karşı birleşik Kürdistan olarak mücadele etmek başarılı olmanın ana şartıdır. Kürtlerin birliği zafer için kaçınılmazdır.
     
    KÜRDİSTAN İÇİN KAMPANYA
     
    ETNİK TEMİZLİĞE KARŞI OTONOMİ VEYA BAĞIMSIZLIK!

    Kürtler, bugün kendilerini işgal altında tutan ülkelerle birlikte mi yaşamak, yoksa ayrı bir devlet kurmak istediklerini belirleyebilmek için Birleşmiş Milletler gözetiminde Kürdistan’ın dört parçasında bir referandum yapılmasını şart koşmalıdırlar. Bu, demokratik anlamda tek yoldur.
    Türkiye ve diğer müteffikleri böylesine demokratik bir referanduma karşı çıktıkları müddetçe bağımsızlık talebi tekrarlanmalıdır.
    Kampanya için daha fazla imza gerekiyor. Güney Kürtlerini bağımsızlık yolunda yalnız bırakmak hainlik olacaktır. Bütün Kürtler birleşmeli ve Newroz’da bağımsız Kürdistan’ı ilan etmelidir.

    Sevda SUNER, Lyon Fransa
     Xweşhal biminin

    İMZA için klikleyiniz:
    http://www.change.org/tr/kampanyalar/birle%C5%9Fmi%C5%9F-milletler-g%C3%B6zetiminde-k%C3%BCrdistan-%C4%B1n-d%C3%B6rt-par%C3%A7as%C4%B1nda-referandum-yap%C4%B1lmas%C4%B1-demokratik-anlamda-tek-yoldur?share_id=gkLpBoVUoR&utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition
     
    Sipas

    Yorum tarafından Sevda Suner — Kasım 7, 2013 @ 10:43 am

  2. İşte bu denli ağır ve önemli kişi olan Müftü Efendi’nin, şehrimize ilk trenin gelişi günü yapılacak törende bir nutuk söylemesi gerekiyordu. O da bu çok önemli nutku yazma görevini bana vermişti. Bu işin ağırlığı altında ezildim. O yaşta, İstanbul, Ankara gibi büyük şehirleri bile daha görmemişim, ilk trenin gelişinde neler söylemenin gerekli olduğunu bilmiyordum. Bütün bilgim, okuduğum bikaç kitaptan, gazete ve dergi yazılarından geliyor.

    Yorum tarafından Xavier V. Watts — Kasım 22, 2013 @ 6:46 am


RSS feed for comments on this post. TrackBack URI

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

%d blogcu bunu beğendi: