MUSTAFA DELEN’LE ROJNEWS’DA YAPTIĞIM BESTANÛÇE’DE YAYINLANAN SEÇİM SÖYLEŞİM
Türkiye Haziran ayında genel seçime gidiyor ve siz de Antalya’da HDP’den aday oldunuz, neden HDP?
Aday değil, aday adayıyım. 7 Nisan’a kadar aday adaylığımız devam edecek. Neden HDP’den aday oldum? HDK’nin ilk kuruluşundan beri kongrelerine giden, bu işi takip eden bir sosyalistim. HDP’nin kuruluş kongresinden bir saat önce genel merkezde partiye üye oldum. Neden üye oldum? HDP’yi çok yönlü görmek lazım. Birinci vazifemiz şu: Türkiye’de bir barış rüzgârı esiyor. Bu barış rüzgarına katkıda bulunmak için insanlar mutlaka bunun bir yerinde olmak zorunda. Hele sosyalistler mutlaka bu örgütlenme içerisinde olmak durumunda. Örgütsüz hiçbir iş başarılı olamaz. Dünyada bunu başaran ne bir ülke, ne de bir örgüt var. Örgütlü olmak şarttır. HDP, barış sürecini ön plana çıkarırken, tabii ki ben bunu en başta Kürt sorununun çözümü olarak algılıyorum. Bir sosyalistin Kürt sorununda Kürtlerin yanında olması kadar doğal bir şey göremiyorum. Çünkü bizim bazı temel prensiplerimiz var. Bunların en başında halkların kendi kaderlerini tayin hakkı geliyor. Türkiye’de değişik halklar yaşıyor. Bunların başında Kürtler geliyor. Kürtlerin bir takım hakları var. Haklarını istiyorlar. Ortada yanlış bir tartışma var; ne kadarını vereceğiz diyen bir devlet, bir hükümet tarafı var. Hâlbuki devletin ya da hükümetin böyle bir şey söyleme hakkı yok. Kürtler ne kadarını istiyorsa o kadarını vermek zorundasın. Bunun da tek çözümü sosyalistler ile Kürt halkının aynı saflarda mücadele etmesinden geçiyor.
Kürtler, yılmadan savaşım verdiler Bunu neden daha önce yapmadınız?
Bunu daha önce neden yapmadık ya da yapamadık? İkisi de söylenebilir. Her şeyin bir zamanı olduğuna inanıyorum. Bu barış sürecine herkes yıllardır bir laf söylüyor. İlk önce Özal başlattı, sonradan Erdal İnönü söyledi, ardından Demirel Kürt realitesini kabul etti diye. Oysa iş böyle değil. Kürtlerin bugüne kadar verdiği savaş, işi bu noktaya kadar getirdi. Bu savaş olmasaydı, PKK hareketi olmasaydı, durup dururken, gökten vahiy inmiş gibi Turgut Özal “Arkadaşlar ben Kürt meselesini tartışmaya açmak istiyorum” diye bir şey söylemezdi. Çünkü bu partilerin oluşumunda böyle sorunları çözmek gibi bir emare dahi yok. Ne Anavatan Partisi (ANAP) programında, ne Adalet Partisi, ne de bugünkü AKP’nin programında Kürt sorununu çözmek gibi bir bölüm var. Bunların hiçbirinin programında Kürt sorununun çözümü diye bir başlık bulamazsınız. Sadece SHP döneminde Erdal Beyin bir girişimi oldu. O dönemde hem bir bildirge yayımladı, hem de Kürt arkadaşları meclise soktu. Onun dışındaki hiçbir partide yok böyle bir şey. O yüzden bugün de birileri istediği için çözüme gidilmiyor. Kürtler, hiç yılmadan bu savaşımı bugünlere kadar getirdiği için bunlar çözümden söz ediyorlar. O yüzden biz Türk sosyalistleri olarak ya da kendi adıma söylüyorum, bunun içinde olmak, benim için bir onurdur. Barışa katkım olacaksa bu benim için çok önemli bir payedir. Bu yüzden bu hareketin içindeyim. Sonuna kadar da olacağım.
Daha şimdiden bizden korkuyorlar HDP bir Türkiye partisi olabilmiş midir?
HDP kurulalı bir yıl oldu. Elbette ki bunun tohumları çok önceden atıldı. Daha da geçmişe gidersek eski Türkiye sosyalist hareketleri içerisinde biz zaten Kürtlerle beraberdik. Orada birlikte mücadele ettik. 12 Mart dönemine bakarsak grup liderlerinin çoğunun Kürt olduğunu görüyoruz. O dönem bir ayrışma yoktu. Ama 12 Eylül sonrası bu savaşımın birlikte başlama olanağı yoktu. Kürtler önce kendi haklarını ortaya koymak durumundaydılar. Bu noktada Türk sosyalistleri onları ne kadar destekledi, ne kadar desteklemedi tartışması çok anlamlı değil. Ama ben hep şuna inandım. Kürtler, nasıl mücadele edeceklerse, bırakalım kendileri karar versinler. Türk sosyalistlerinin, demokratlarının buna müdahale etmesine hep karşı çıktım. Çünkü Kürtlerin bundan sonra nasıl yaşayacağına Türkler değil, Kürtler karar verecek. Yani bunu sosyalist de olsa, demokrat da olsa, gerici de olsa onlar karar vermeyecek. Zaten bin yıldır buna biz karar verdiğimiz için bu savaş çıktı ve bugünlere geldi. Kürtlere demişiz ki, bundan sonra sizleri biz yöneteceğiz. Kürtler bize davetiye göndermemiş. Osmanlı’ya ‘Biz kendi kendimizi yönetemiyoruz, siz gelin bizi yönetin’ dememişler. Bu olgu bizimle başlamış. O yüzden bundan sonra Kürtlerin nasıl mücadele edeceğine Kürtler karar verecek. Biz sosyalistler olarak da buna destek vermeliyiz. Ortaklaşmalıyız. Bu ortak paydada bizler de Kürtler de çok çaba sarf etmeliyiz. Türkiyelileşme bu temelde gelişecektir. 40 yıldır Kürtlerin kendi başlarına verdikleri bir savaş var. Bir kısım arkadaşlar haklı olarak kendi içlerinde ‘Ya biz bu savaşı götürüyoruz, ne oldu birden?’ diyenler var. Ama sanırım cumhurbaşkanı seçimiyle beraber, verilen ortak mücadeleyle beraber bunu önemli oranda aştık. Bu seçimdeki adaylarımız kesinleştiğinde daha da netleşecek HDP’nin bir Türkiye partisi olduğu. Türkiyelilerin içinde olduğu bir parti olduğu daha da ortaya çıkacaktır. Hem görüyorsunuz daha şimdiden bizden çok korkuyorlar. Bu bile tek başına bizim bir Türkiye partisi olduğumuzu gösteriyor.
Bağımsız ve eşit insan olmak için birlik gerekli Kürtler ile sosyalistler neden biraraya gelmeli, hangi noktalarda buluşuyorlar?
Tek kelimeyle bağımsızlık için biraraya gelmeliler. Kürtlerin bağımsızlığı, eşit insan olma haklarını elde etmesi için biraraya gelinmeli. Filistin için ne kadar mücadele ediyorsam, yazı yazıyorsam ve bu ne kadar doğruysa, Almanya’daki Türkiyelilerin kendi anadilleriyle okumalarını ne kadar savunuyorsam, Kürtlerin mücadelesine de aynı şekilde bakıyorum bir sosyalist olarak. Kaldı ki, halkların kendi kaderlerini tayin etmesi hakkı var ve bu sosyalizmin temel bir ilkesidir.
Ezilenleri birleştiriyoruz Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana Türkiye’deki Alevilerin HDP’ye yöneldiğini görüyoruz, siz bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bu konuya başka bir örnekle değinmek istiyorum. Türkiye’de son yıllarda çok derin noktalar oldu. Bu derin noktalardan bir tanesi tekel işçilerinin direnişiydi. Bu direniş için Ankara’ya gittim. Orada direnişçilerin kaldığı bir çadıra uğradım. Arkadaşlar beni misafir ettiler. Orada türbanlı arkadaşlar da vardı, sıcak karşıladılar. Neyse oturdum bir grup işçi arkadaşın yanında. Kendi aralarında birbirlerine hitap ettikleri lakaplar vardı. İçlerinden biri, ‘Küçük Kurt, bir çay getir Ahmet Abi’ye’ dedi. Dönüp baktım genç bir ülkücü arkadaş, hemen koştu bana bir çay getirdi. Bana göre o direniş, bir dönüm noktasıydı. İşçiler hiçbir siyasi görüş tartışması, pazarlığı yapmadan günlerce direndiler. Çadırlarda kaldılar. Çünkü hedef birdi. Hepsinin hedefi aynıydı. Böyle olunca birleşmenin yolu kendiliğinden açılıyor. İşte bana göre Alevilerin HDP ile yakınlaşmasının nedeni de bu. Türkiye’de kimler eziliyor; sosyalistler eziliyor, emekçiler eziliyor, Kürtler eziliyor. Zaten daha önce Ermeniler ezilmiş, Êzidîler ezilmiş, bunlar saymakla bitmez. Aleviler de eziliyor. Biz ne yapıyoruz? Ezilenleri birleştiriyoruz. Dolayısıyla biz bu noktada tarihi yavaş yavaş değiştirmeye başlıyoruz. İkinci bir şey bizim Alevilere oy potansiyeli gözüyle bakmadığımızı biliyorlar. Çünkü biz onların sorunlarını tartışırken ya da meclis gündemine götürürken, doğal hakları olduğuna inandığımız için bunu yapıyoruz. Onlar da bunun farkında. İşte bu sebeplerden Aleviler HDP’ye geliyorlar.
Bu seçim CHP için de bir dönüm noktası olacak CHP sözünü ettiğiniz ezilenlerin sesi olamaz mı?
90 yıldır olmamış. Bundan sonra olabilir mi bilemiyorum. Bu seçim CHP için de bir dönüm noktası olacak. Seçimlerden sonra CHP, bir tercih yapmak zorunda kalacak. Ya ciddi bir sosyal demokrat parti olup tüm ezilenlerin sorunlarıyla ilgilenecek ya da birkaç Kemalist kişinin elinde kalacak ve böylece CHP artık miadını dolduracak. Temennim, Türkiye’de ciddi bir sosyal demokrat partinin oluşmasıdır. Bu CHP’yle mi olur, CHP içerisinden ayrılan bir gurupla mı olur, onu bilemiyorum.
Korktukları için bağırıyorlar Baraj endişeniz var mı?
Bizden şimdiye kadar seçim demeci verip de bağıran ve çağıranı gördünüz mü? Ne sevgili başkan Selahattin bağırıyor, ne Sebahat arkadaşımız bağırıyor, ne Sırı Sürreya Önder bağırıyor, ne de Ertuğrul bağırıyor. Biz gayet sakiniz. Neden? Çünkü biz barajı aştığımızı biliyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu gördük. Hani diyorlar ya anketlerde % 2’lik bir oynama oranı var diye, işte bununla beraber % 11 ya da %11.5 civarında oy alabilirdik. Ama şimdi benim tahminim en düşük % 13’tür. Bağıran hep karşı taraftan; AKP bağırıyor, MHP bağırıyor, CHP bağırıyor. Barajı aşmış olmasak bunlar bağırmaz. Bunlar korktukları için bağırıyor.
Türkiye’de bir tarih yazılıyor Kaç vekille meclise girmeyi bekliyorsunuz?
İsteğim mi? 400 vekil. % 13’lerde kalırsak eğer sanırım 80 ya da 85 vekille girebileceğiz. Şaka maka değil, Türkiye’de bir tarih yazılıyor. Bir dönüm noktasıdır. Bugüne kadar hiç yaşanmamış. Türkiye’ye demokrasiyi getirme savaşı veriyoruz. Bu savaşı hep beraber veriyoruz. Türkiye’de yıllardır yanlış bir tartışma yürütülüyor. O da ‘Cumhuriyet elden gidiyor’ tartışmasıdır. Oysa dünyaya baktığımızda İran, cumhuriyet ile yönetiliyor. Sovyetler Birliği, cumhuriyet ile yönetiliyordu. Daha bir sürü cumhuriyet örnekleri var. Önemli olan bu cumhuriyetlerin demokratik olup olmamasıdır. Demokrasinin olmadığı bir ülkede cumhuriyetin tek başına hiçbir anlamı yoktur. Bu halka demokrasi veremedikleri için cumhuriyeti, demokrasi diye yutturuyorlar. Örneğin İngiltere’nin yönetim biçimi de krallıktır. Ama uygulama öyle midir? İlk on demokratik ülke arasında yer alıyor İngiltere.
Çıkar ortaklığı bozuluyor Sizce AKP’de neler oluyor, Arınç ile Erdoğan kavgasını nasıl yorumlamak lazım?
12 Eylül sonrası kurulan partilere bakıyoruz. Ki bunu ilk kuranlardan birisi de Turgut Özal’dı. ‘Ben dört ayrı görüşü birleştirdim’ bir parti kurdum diyordu. Gerçekten de öyleydi. Ancak öbür taraftan bunlar, % 10 barajına gerekçe olarak Türkiye koalisyonlarla yönetilemez diyorlar. Oysa özünde hepsinin de kurduğu partiler koalisyondur. AKP’nin üst yapısına baktığımızda aynı şeyi görürüz. İşte Ertuğrul Günay, CHP’den gelmedir. Şimdiki meclis başkanı MHP’den gelmedir. Daha niceleri var. Hepsi de inatla, ‘Biz bu yeni partiye biat ettik’ derler. Oysa kendi dünya görüşleri değişiktir. Buna Abdullah Gül de, Bülent Arınç da dahildir. Bunlar Erbakan ile kavga ederek, ‘Biz artık Milli Görüşü tutmuyoruz’ deyip geldiler. Şu andaki çatlaklık buradan geliyor. Sadece iktidara endeksli, çıkara endeksli koalisyon partilerinin ömrü fazla olmaz. Çıkar ortaklığı bozuluyor.
Biz dağılmadan ilerleriz HDP de bir koalisyon partisi değil mi?
Doğru. HDP de bir koalisyon partisi ama temel bir farkla. HDP içindeki bileşenler özgünlüklerini sürdürüyorlar. Bunlardan kimisi işçi sınıfı mücadelesine daha ağırlık veriyor, kimi Kürt mücadelesine, kimi doğaya, yeşile daha ağırlık veriyor. Ama toplandığımız yerdeki hedef bir. O yüzden biz dağılmadan ilerleriz.
Asıl kavga 7 Nisanda AKP içerisindeki bu kavga daha da büyür mü?
Tek partide iktidar olma mantığına geldiniz mi dağılmaya mahkumsunuz. Anavatan Partisi böyle dağıldı. Tek bir hedefleri vardı, o da iktidardı. Bu nedenle AKP içerisindeki bu kavga bir koalisyon kavgasıdır. Biliyorsunuz bu koalisyonun önemli bir parçası Gülen Cemaati’ydi, ilk kavga onlarla başladı. Diğer kesimlerle de boyutlanacak. En son Arınç ile Erdoğan arasında yaşanan kavganın özünde Davutoğlu-Erdoğan kavgası var. Davutoğlu, ‘Sen daha Başkan değilsin, bırak hükümet olarak biz yönetelim’ biçiminde tavır koydu. Bunu bazen üstü kapalı söyledi, bazen de Arınç’a söyletti. Asıl kavga 7 Nisan’da yaşanacak. Adayların kesinleşme sürecinde bu görülecek. Ben, adayların büyük bir kısmının Davutoğlu tarafından belirleneceğine inanıyorum. Erdoğan, burada belirleyici olamayacak.
Erdoğan, Çiller’den daha kötü gidecek Mevcut durumda Davutoğlu parlamenter sistem diyor, Erdoğan ise başkanlık sistemi diyor, sizce de kavganın asıl nedeni bu mudur?
Kavganın biçimi öyle. Ama özü farklı. Bakınız Erdoğan, belirli hedefler için siyasete girmiş birisi. Ağzı laf yapıyor. Bu doğru. Zaten bunun için ön plana çıkarıldı. Erdoğan’ın siyasetteki amacı evdeki ayakkabı kutularından ortaya çıktı. Belediye başkanlığı hedefi, başbakanlık hedefi ve şu andaki başkanlık hedefi hep aynı amaca dayanıyor. O da ayakkabı kutularının sayısını çoğaltmak. İşçi grevi sözcülüğünden dünyanın en zengin yedinci devlet adamı unvanına kavuştu. Ortada böyle bir adam var. Böyle bir adamın vatan sevgisiyle yanıp tutuşacağına hiç ama hiç inanmıyorum ben. Topladığı paralar da Türk parası olarak durmuyor, dolar olarak duruyor. Bunun için de sürekli merkez bankasıyla kavga edip doların değerini yükseltmeye çalışan bir adam var ortada. Başkan olup kendini kurtaracağını sanıyor. Dokunulmazlık zırhını elde etmek için böyle bir sistem istiyor. Ama nafile Çiller’den daha kötü gidecek.
Erdoğan konuştukça AKP kaybediyor Bu hengame içerisinde çözüm süreci nereye gidiyor, Erdoğan’ın bu tutum ve davranışları sürecin yönünü değiştirebilir mi?
Aslında başından beri Erdoğan, bu sürecin hiçbir yerinde değil. Bir kere Erdoğan’ın bu kadar bilgisi yok. Altından kalkacağı sorunlar değil bunlar. Devletin bir ekibi var. Onlarla yürütülen bir çalışma söz konusu. Sürecin başında Kürt sorununun çözümü denilmişti. O dönem Paris’te şöyle bir yazı yazdım. Bu Kürt çözümü girişimi, yalandır. Seçime yakın bir dönemde yapılıyor olması her şeyi açıklıyor, demiştim. Nitekim bir hafta sonra Erdoğan beni haklı çıkartı. Önce sürecin ismini değiştirdi. Sonra da ‘AKP içerisindeki Kürt vekiller bu konuda hiçbir açıklama yapmayacaktır.’ diye bir beyanatta bulundu. O yüzden Erdoğan’ın bu açıklamalarına göre çözüm süreci değişmeyecek. Zaten seçime kadar ciddi bir şeyin olmayacağı da çok açıktır. Yeni mecliste bu durum çok farlı bir şekilde gündeme gelecek. Çünkü daha kalabalık ve daha güçlü bir ekiple meclise gidiyoruz. Hatta bence bırakalım Erdoğan bu şekilde konuşmaya devam etsin. Konuştukça AKP kaybediyor.
Cumartesi Annelerini çok önemsiyorum HDP olarak toplum içerisinde gençlik ve kadına nasıl bir rol biçiyorsunuz? Gençler için fazla bir şey söylemeye gerek yok, bu hareketleri bugünlere getiren onlardır. Gençlere çok şey borçluyuz. Bu barış noktasına gelmek için gençler gözünü kırpmadan savaştı. Mücadele etti. Bu bizim yaş grubunun bir başarısı değil. Onlarındır. Kadınlar için vadettiğimiz bir şey yok. Yok demek belki yanlış olacak ama asıl söylemek istediğim bizim onlar adına aldığımız bir karar yok. Onlar kendileri için karar alıyorlar. Lehte aleyhte bir söz söyleme hakkımız yok. Parti olarak, onların almış oldukları kararlara saygılıyız. Neticede onların rengini ve iradesini yansıtıyor. Cumartesi Annelerini çok önemsiyorum. PKK kadar önemli görüyorum. Cumartesi Anneleri yaz kış demeden 550. haftayı geride bıraktılar, dile kolay. İlk başlarda dayak yediler, tazyikli su yediler, yılmadılar ertesi Cumartesi yine geldiler. Yılmadılar bir sonraki Cumartesi yine geldiler… Orada hem ölen askerlerin anneleri, hem de ölen gerillaların anneleri birarada. HEP, HADEP, DEP ve şimdi HDP Türkiye’ye önemli dersler verdi, vermeye de devam ediyor. Örneğin eşbaşkanlık sistemini getirdi. Kürtler bunda ön ayak oldular. Bizden sonra bu sistem birçok partiye sirayet etti. Erdoğan bunu yapabilir mi? O ancak kadını üretken bir nesne görür. Çocuk doğurması için talimat verir.
Aziz Nesin yaşasaydı HDP’nin onursal başkanı olurdu Aziz Nesin’in oğlu olmak nasıl bir duygu?
Çocuk yaşlarda çok zor bir duyguydu. Çünkü yaptığınız her şey ona bağlanıyor. Ama kendinizi bulduğunuzda ve özellikle de babanızı anlamaya başladığınız andan itibaren bunu aşıyorsunuz. İnsanlar sanıyordu ki Aziz Nesin sabahtan akşama kadar mizah yapıyor ve çocukları da hep gülüyor. Başka işleri yokmuş gibi. Hayır, böyle olmuyordu. Benim babam iş için dışarı gitmiyordu. Evde çalışıyordu. Hatta dışarıda çalışmış olsaydı, belki daha fazla görüşürdük. En azından akşam bizlere zaman ayırırdı. Sabah kahvaltısında birbirimizi görürdük. Sonra çalışmak için odasına kapanırdı. Tabii ki, o esnada gürültü yapma şansımız yok. Öğlen yemeğinde görüyorsun, işleri o kadar hızlı yapmaya alışmış bir adam ki, sen daha ikinci lokmayı yemeden o yemeğini bitirip tekrardan odasına çekiliyor. Sonra yaş ilerledikçe, popülarite artıkça yurtiçi ve yurtdışı seyahatleri, toplantılar falan derken babanız bir parçanız olmaktan çıkıp Türkiye’nin bir parçası haline geliyor. Dünyanın bir parçası oluyor. O zaman görüşme artık tesadüflere kalmaya başlıyor. Ama dediğim gibi evde herkes kendi yapmak istediği işi yapmaya başladığı ve onun da nasıl bir insan olduğunu anlamaya başladığımız andan itibaren çok zevkli oldu Aziz Nesin’in oğlu olmak. Bunu sanırım 20-25 yaşlarında fark ettim. Şöyle yaptım. Aziz Nesin’i iki ayrı insan olarak görmeye başladım. Biri babam, sizin babanızla ilişkileriniz neyse benim de öyle. Bazen kavga, bazen sarmaş dolaş. Diğeri ise Türkiye’nin aydını, yazar ve çizeri. Bazen siyaset arkadaşım, bazen de siyaseten kavga ettiğim insan. Bazen siyaseten acaba doğru mu söylüyor, yanlış mı söylüyor diye düşündüğüm, tarttığım bir insan. Türkiye’de aydın nasıl yaşar? Aydın nasıl olur? Bunun dersini veren bir insandı Aziz Nesin. Babam olarak ayrı, zaten anlatmaya gerek yok, onu çok severdim. Ama aydın olarak neredeyse hatası olmayan bir insan o. Aday adaylığımı açıklarken, bazıları yine konuşmaya başladı. Aziz Nesin yine ters dönecek diye. Çok tuhaf. Ali, bir şey yapıyor Aziz Nesin ters dönüyor. Ben bir şey yapıyorum Aziz Nesin ters dönüyor. Neyse ki iki ters döndürme onu tekrardan yattığı yerde düzeltiyor… Şunu yazdım en son, Aziz Nesin yaşasaydı, HDP’nin onursal başkanı olurdu. Bu partiyi sonuna kadar desteklerdi. Ama bir huyu var, parti üyesi olmazdı. SDP’nin de onursal başkanıydı. HDP’nin de kuruluş aşamasındaki tüm toplantılarına gelirdi. Kendi değerlendirmelerini, görüşlerini söylerdi. Ve bizi sonuna kadar desteklerdi. Çünkü Kürt sorununu derli toplu yazan ilk yazarlardan birisiydi. “Bulgaristan’da Türkler Türkiye’de Kürtler” adlı kitabı biliniyor. Otuz yıl önce yazıldı. Bağımsız bir sosyalistim Gazeteci, yazar ve şimdi de aktif siyasete atılıyorsunuz, bu hizmet için ne diyeceksiniz? Gazeteci ve yazarım ama ben kendimi bildim bileli siyasetin içinde oldum. 12 Mart’ta yurtdışına, İngiltere’ye çıktım. 77’de 1 Mayıs’tan bir hafta önce Türkiye’ye geldim. Geldiğim gibi tekrardan siyasetin içine girdim. Eski Dev Yolcu’yum. Daha sonraları İHD çalışmalarında bulundum. ÖDP’nin bileşenleri içerisinde yer aldım. Ama 83-84 yılından bu yana bağımsız bir sosyalist olarak kaldım. ÖDP içerisinde de öyleydim. Bunun çeşitli nedenleri var. Her gruptan doğru gelen, yanlış gelen şeyler var. Bir aydın bunları eleştirmek zorunda. Ama parti çok farklı bir şey tabii ki. Parti, çok ciddi bir disiplin ister. O yüzden susmak zorundasınız. Sanırım bu nedenden dolayı ben hep bağımsız kaldım. HDP’ye gelirken de ben bağımsız olarak geldim. Yakın olduğum bir grup yok mu? Var. Bağımsız olduğuma göre şunu çok açık yüreklilikle söyleyeyim, Kürt sorununun çözümünü, Kürt barışını bu kadar önemsiyorsam, sanırım Kürt hareketine yakın bakan bir bağımsızım.
Değerli görüşlerinizi ve zamanınızı paylaştığınız için çok teşekkür ediyoruz. Ben teşekkür ediyorum. Rojnews
Bir Cevap Yazın