Ahmet Nesin's Blog

Eylül 29, 2016

İLK GAZETEYLE SON GAZETENİN ÖZGÜRLÜK FARKI…

Filed under: Uncategorized — ahmetnesin @ 4:59 am

İLK GAZETEYLE SON GAZETENİN ÖZGÜRLÜK FARKI…

Önce size nasıl bir ülkeden geldiğimi anlatmaya çalışacağım. O yüzden bu konuşmam bir analizden çok örnekleme konuşması olacak. İlk kez bu kadar önemli bir konuşma yapacağımdan bu yolun en akla yatkın ve inandırıcı olduğuna inandım. Size istatistikler de vereceğim ama onları buradan okursam biraz sonra unutacağınızdan eminim. O yüzden size daha çok yaşanmışlıkları anlatmak istiyorum ki onlar akıldan kolay kolay çıkmaz.

Türkiye’de ilk gazete, daha doğrusu Türkçe gazete Agah Efendi tarafından 1860 yılında yayınlanmış. Öncesinde de var ama Fransızlar çıkarmış ve Türkçe değil. Avrupa’da ise 1605 yılında yayınlanmış ilk basılı gazete.

Dünyada bilinen ilk kitap Bulgaristan’da müzede ve 2500 yıl önce olduğu söyleniyor. Basılı anlamda ilk kitap ise 1450 yılında basılmış olan İncil. Türkçe ilk kitap ise 1729 yılında basılmış ve Vankulu lügatıdır. Matbaayı getiren İbrahim Müteferrika ölümüne kadar 17 kitap yayınlamış. Gazetede de, kitapta da Avrupa’yla aradaki fark 250 yıl. Buna Latin harflerine geçişi de katarsak, yani Türkçeyi katarsak aradaki fark akıl almaz bir noktaya gidiyor ve ben bunca yıl farkıyla Türkiye’de basın özgürlüğünü anlatmaya çalışacağım.

Ben esasında güvercin kartpostalının yasak olduğu bir ülkeden geliyorum. Dünyanın başka ülkelerinde nasıl bilmiyorum ama Türkiye’de meclis bir karar aldığında, sonraki hükümetler meclise yeni bir önerge vermezlerse o karar devam eder. Güvercin barışı simgelediğinden, Picasso onu o mantıkla çizdiğinden ve barışı hep solcular istediğinden dolayı günün birinde Güvercin resmi yada fotoğrafı bulunan kartpostallar yasaklanmış Türkiye’de. Hem de mahkeme kararıyla değil, meclis kararıyla. Ondan sonra kimse ciddiye almadığından dolayı öyle kalmış. Türkiye’de yeni kurulacak demokrat bir meclis geçmişte alınan anti demokratik kararları düzeltmeye kalksa sanırım ilk 4 yada 5 yıllık dönemini buna harcar ve hiçbişey yapamadığından bir sonraki seçimi kaybeder.

1981 yılının sonlarıydı, önemli bir şair ve çevirmenimiz olan Abdül Kadir, Brecht’in bir kitabını çevirmekten yargılanıyordu. Kendisi duruşmadan geldi ve bana iyi niyetli basın savcısının dediklerini anlattı. Basın savcısı kendisine aynen şöyle demiş: “Abdülkadir Bey, isterseniz 4 mısralık bir aşk şiiri yazın, bize öyle bir yetki vermişler ki, onun içinde bir sözcük bulur ve sizi hapse atarız.”

Ben darbe girişimi yapıldığı söylenen bir ülkeden geliyorum, daha doğrusu siz öyle bir ülkeden geldiğimi sanıyorsunuz yada inanıyorsunuz. Oysa ben hâlâ darbeyle yönetilen bir ülkeden geliyorum. Sanırım buradaki herkes, hatta Türkiye’deki herkes de 12 Eylül 1980 darbesinin faşizm olduğuna hemfikirdir. Hatta adım gibi eminim ki, bir söyleşi yapsanız, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da aynı şeyi söyleyecektir. Maalesef buluştuğumuz bir nokta var ve bu benim şanssızlığım mı, onun mu bilemiyorum.

Size komik bişey söyleyeceğim, darbe girişiminde bulunulduğu söylenen Türkiye hâlâ 12 Eylül’ün faşist anayasasıyla yönetiliyor. Bunun bitek açıklaması vardır, oda Türkiye’de darbenin, yani faşizmin 1980 yılından beri devam ettiğidir. Türkiye hâlâ 12 Eylül anayasasıyla, seçim yasasıyla, % 10’luk barajla, partiler yasasıyla yönetiliyor.

Bütün bunlar şu anlama geliyor, hani ucu ucuna kurulan hükümetler arasıra meclisten güvenoyu isteyip güven tazelerler ya, bizde de çeşidi bol miktarda bulunan darbeciler, girişimlerde bulunarak darbe güveni tazelemeye çalışıyorlar. Başarırlarsa Kenan Evren gibi cumhurbaşkanı oluyorlar, başaramazlarsa hapis. Başarılı olunmazsa bu sizin sandığınız gibi demokrasiyi getirmiyor, çünkü darbe yapılan kişi de ülkeyi darbe yasasıyla yönettiğinden, kendi darbeci zihniyetine yapılan darbe girişini fırsat bilip, kendi darbesini, yani faşizmini geliştiriyor. Esasında biz sizlerden daha şanslıyız, çünkü darbe demokrasiye karşı yapılan bişeydir, darbeye karşı yapılınca, eskiler daha deneyimli olduğundan tutmuyor, başaramıyorlar. Ama dedim ya bizde darbeci çok diye, şimdiki yönetim yeni darbecileri hapse atıp, hapisten çıkardığı eski darbecilerle işbirliği yapıyor.

Biliyorum, benim asıl anlatmam gereken Türkiye ve Kürdistan’daki basındı ama bu girizgahı yapmadan basına, mesleğime giremedim. Önce size şunu söyleyeyim, babam Aziz Nesin gazeteci ve yazardı. İlk tutuklanması da 1946 yılında, benim de son tutuklanmam 2016. Yani babamdan 70 yıl sonra aynı suçtan tutuklanmışım.. Çetin Altan son olarak 1970 de tutuklanmıştı, oğulları yazar ve gazeteci Ahmet ve Mehmet Altan geçen gün, yani 46 yıl sonra gözaltına alındılar ve bu sabah Mehmet tutuklandı. Anlayacağınız Türkiye tahmininizden de istikrarlı bir ülke, Allahın ilk yarattığı günkü gibi duruyor, hiç ihaneti yok.

 Tan matbaası yakılalı kaç yıl oldu biliyor musunuz? Tamı tamına 71 yıl, 1945 yılında yakılmış Tan Gazetesi ve matbaası. Tan Gazetesi’ni talan edenler arasında kim var biliyor musunuz, Türkiye’nin eski başbakanı ve cumhurbaşkanı Süleyman Demirel var. Peki Kürt Gazetesi Özgür Ülke ne zaman bombalandı, 1994 yılında. İşin ilginç yanı Tan 4 aralıkta, Özgür Ülke 3 aralıkta. Ben bu tarihleri seçtiklerinden eminim. Çünkü referandum tarihi de 12 Eylül darbe tarihiyle aynı. 49 yıl ara var ikisinin arasında ama beyinleri aynı. Ben barış isteyen Kürtlerin gazetesinin yakıldığı bir ülkeden geliyorum, ben gazete dağıttığı yada haber yaptığı için öldürülen Kürt ve sosyalist gençlerin ülkesinden geliyorum. Matbaalar, yayınevleri, gazeteler yakılır benim ülkemde, size ve bana garip gelen bu olay sadece günlük yaşamını sürdüren insanlara normal geliyor. Çünkü İslamiyet matbaayı da yasaklamış uzun süre. Sizler gazetelerinizi, kitaplarınızı okumaya başladığınız sırada bizler yaşamımızı laylaylomla, bla bla bla yaparak geçirmişiz. Matbaaya 300 yıl geriden başlayan bir ülkeden geliyorum ben, o yüzden sizde faşizm denilen sistem, bizde aydınların faşizm dediği şey, Türkiye’de ve Kürdistan’da halka demokrasi mücadelesi diye anlatılıyor.

Ben 4-5 devrimci-demokrat gazete haricinde hiçbir gazete patronunun gazeteci olmadığı bir ülkeden, yani muhabirinin, yazarının değerini bilmeyen, habercilikten yada yorumdan anlamayan bir ülkeden geliyorum. Bunun ne demek olduğunu anlamak için gazeteci olmak gerekiyor.

Ben “Gazete okuyamıyorum, zamanım olmuyor, yardımcılarım bana özet anlatıyor…” diyen bir cumhurbaşkanının ülkesinden geliyorum. Yani zamansızlıktan gazete ve kitap okumayan, tiyatro yada sinema seyretmeyen, opera yada baleyi öcü gibi gören birisinin yönettiği bir ülkeden geliyorum. Bunları yapmayan yada yaşamayan birisinin de Türkiye’ye demokrasi yada barış getirmesini kimse bekleyemez. Bu mantıktaki bir insanın, bırakın Türkiye sorununu, Orta doğu sorununu, Suriye yada Irak sorununu anlamasını bekleyemeyiz.

Ben Barış Derneği yöneticilerinin hapsedildiği ve 4’ünün kanser olup öldüğü bir ülkede BARIŞ deyip hapsedilmiş biri olarak bunları size anlatmaya çalışıyorum. Aynı öldürülen genç gazeteci kardeşim Metin Göktepe gibi birçoklarının öldürüldüğü yada hapsedildiği bir ülkeden geliyorum.

Benim gibi, benimle beraber tutuklanan Erol ve Şebnem gibi Özgür Gündem Gazetesi’ne 1 günlük destek verdiği için halen tutuklu bulunan gazeteci ve yazar arkadaşlarım Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’ın sesi olmak için buradayım.

Ben Özgür Gündem’in kapatıldığı, çalışanlarının sıkılındıkça gözaltına alındığı bir ülkeden geliyorum. Şu anda 100’den fazla tutuklu gazeteci ve yazar arkadaşımız var. Ben demokrasi adına yapılan sıralamalarda dünyanın sondan ilk onuna giren bir ülkeden geliyorum. Gazetecilik yaparak demokrasi savaşımı veren Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar’ın pasaportuna el konulan bir ülkeyi anlatmaya çalışıyorum size. Anlayacağınız birimizden birinin rehin alındığı bir basın sistemini anlatmaya çalışıyorum.

 

3 Yorum »

  1. “İLK GAZETEYLE SON GAZETENİN ÖZGÜRLÜK FARKI…” yazınızı her zamanki gibi iştahla, severek ve bilgilenerek okudum. Teşekkürler!
    Yine her zamanki gibi yazının içeriğine %99,9 oranına katılıyorum.
    Size ve yazılarınızdaki titizliğe saygımın gereği olarak bu yazınızda ki bir ibareyi düzeltmek isterim.
    Sözünü ettiğiniz “önemli şair ve çevirmenimiz”in ismi Abdül Kadir değil, “A.Kadir”dir. Hiçbir ürününe bundan farklı bir imza atmamıştır. Yüzyüze görüşmelerimizde de kendisine “Kadir Ağabey” diye hitab ederdik.
    Mesele mahlasına değil de gerçek adına (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu) göndermede bulunmak ise, o zaman da Abdül_Kadir değil, “Abdülkadir Meriçboyu” diye yazmak gerekir idi. Üstelik siz de aynı paragrafta savcının kendisine “Abdülkadir Bey” diye hitab ettiğini belirtiyorsunuz. Zaten, Türkçede Abdülkadir isminin Abdül_Kadir şeklinde zikredilmesi veya kaydedilmesi pek görülmüş birşey değildir. (Emin değilim ama, olsa olsa, eski -Osmani- yazınımızda “Abd-ül-Kadir” olarak yazılmış olabilir.)
    Bu naçiz uyarımı bir tür meslek hastalığı olarak yorumlayıp, hoş göreceğinizi umuyorum.
    O büyük insanın, o gerçek proleterin anısı yolumuzu ağartsın!
    Yeni yazılarınızı iştiyakla bekliyor, yoldaşça selamlarımı gönderiyorum.
    Çetin Erhan Sökmen

    Yorum tarafından Ç.E.Sökmen — Eylül 29, 2016 @ 12:42 pm

    • Çok haklısın, nasıl oldu da böyle bir dalgınlığa geldim, yazıyı hemen düzelteceğim. En azından kitapta düzgün çıkar. Çok teşekkür ve sevgiler

      Yorum tarafından ahmetnesin — Ekim 3, 2016 @ 5:30 am

      • Nazik yanıtın için asıl ben teşekkür ederim.
        Sevgili Kadir Ağabey’i de yad etme fırsatı vermiş oldun.
        Eksik olma!

        (*) “errare humanum est (perseverare diabolicum)”

        Yorum tarafından Çetin Erhan Sökmen — Ekim 3, 2016 @ 6:19 pm


RSS feed for comments on this post. TrackBack URI

Yorum bırakın

WordPress.com'da Blog Oluşturun.