YESİNLER HOCA EFENDİNİ ORAL ÇALIŞLAR EFENDİ…
Bu “Efendi” sözcüğünü ilk ne zaman duyduğunu anımsayanınız var mı? Ben ilk olarak apartmanımızın kapıcısı Abdullah Efendi’yi duymuştum. Oğulları ve kızı mahalle arkadaşımdı, 3 oğlu da iyi futbol oynardı. Osman koşarken dilini çıkarırdı, kafaya çıkarken “Dilini sok Osman, kopacak…” diye kızdırdığımızı anımsıyorum. 6 yaşında başlayan arkadaşlığımız hâlâ sürüyor.
Daha sonra “Efendi” sözcüğünü ya babamın yada Haldun Taner’in kitabından anımsıyorum, orada da “Mustafendi” diye geçiyordu. Abdullah amcaya “Efendi” dendiğinde ne kadar saygınlık kazanıyorsa, “Mustafendi”de de o kadar küçümseme ve ti’ye alma gizliydi sanki.
Biraz daha büyüdüğümde, annem yada babamla Kadıköy Çarşı’sında alışverişe çıktığımda “Kurukahveci Mehmet Efendi”yi tanıdım. Tanıdım dediğime bakmayın, bir dükkanı, markayı tanıdım. O dükkan dışında kahve satılmazmış, satılsa da iyi kahve olmazmış diye bir olgu oluştu kafamda…
Babam okullar başladığında Ali’yle beni alır, kendimize göre hovardalığa giderdik. İlk olarak okul elbiseleri, sonra ayakkabılar alınır ve sonra Terzi Leon Amca’ya gidilir, 1 takım ve pantolonlar sipariş edilirdi. Takım elbise pantolonunun 2 adet yapılması gerektiğini de çok genç öğrendim, dizler çabuk yıprandığındanmış. Derken sıra berbere gelir. Oradan Galatasaray Hamamı’na gider, kese olurduk. Ve sonunda da 3 erkek yemeğe giderdik. Abdullah Efendi Lokantası’nı da tanımış oldum böylece. Oysa çocuk aklımla kapıcı Abdullah Efendi’yi tek sanıyordum.
Okul yaşamımda pek “Efendi” olduğum söylenemez, oldukça yaramazdım. Zaten 12 yaşımda da adım “Deli”ye çıktı. Sanırım deliliğimden dolayı, ilk olarak ablam olmak üzere “Seni efendiler götürsün” deyimini oldukça sık duydum. “Seni efendiler götürsün” deyiminin ingilizce yada fransızcası yok sanırım, onca yaramazlığıma karşın beni hiç o şekilde azarlamadılar. O zaman anladım ki bu efendilik bize mahsus bişey.
Efendi sözcüğünün kökenini bulduğumu söyleyemem. Rumcadan geldiği de söyleniyor -Efen-di, sahip ve malik anlamına geliyor-… Arapçada da Afandi diye söyleniyor, daha çok şehzadeler ve din adamlarının adlarından sonra kullanıyor.
Anımsadığım yada anımsamadığım bütün efendiler arasına son yıllarda bir de Hoca Efendi girdi. Bildiğiniz gibi bu hoca efendi Fetullah Gülen’in kendisi oluyor. Türkiye’nin siyasi yapısı ve yaşamıyla iç içe geçmiş bu kişiyle az daha karşılaşacaktım ben biliyor musunuz?
Yıllar önce telefonum çaldı, arayan Ali’’ydi. Babamı yeni kaybetmiştik, O2na bir ödül verilecekmiş, Ali de benim gidip almamı istiyor. Kimin, neden vereceğini filan sormadım ama ölümden sonra verilen ödüllerden oldum olası hazetmediğimden Ali’ye “Dün gece yayınevinde kaldım, üstüm başım törene göre değil…” dedim ve yırttım. Gerçekten de beyaz gömlek giymiştim ve matbaaya filan gittiğimden kirlenmişti gömleğim ama o işin bahanesiydi.
İşte Ali Nesin’in gittiği, Fetullah Gülen ekibinin Aziz Nesin’e vermek istedikleri o meşhur ödül töreni bu törendi. Ali ödülü almamış ve “Dün gece babamı rüyamda gördüm, babama Yıldız Kenter ve Sezen Aksu’yla beraber ödül aldığını söyledim. O da ödülü iki güzelle paylaşmaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Ödül alanlar arasında Tansu Çiller ve Yıldırım Aktuna’nın da bulunduğunu söyledim. Çok şaşırdı ve ödül alıp almamayı bana bıraktı. Ben de kabul etmiyorum…’’ demişti.
“İyi ki gitmemişim, ben Ali’nin bulduğu bu taktiği bulamaz daha tepkisel konuşurdum…” diye çok keyiflendim kendi kendime…
Bütün bunlardan sonra dünkü Radikal Gazetesi’nde Oral Çalışlar’ın yazısını okudum. Şike ve Fenerbahçe’yle ilgili bir yazı yazmış. Yazının başlığı “Hoca Efendi, Fenerbahçe ve Polis” Oral Çalışlar Efendi yazısının sonunda “Operasyonu yapan polisler, Fethullah Hoca’ya bağlı değil, İçişleri bakanı İdris Naim Şahin’e bağlılar. Eğer bir tepki gösterilecekse önce hükümete gösterilmeli. Doğru ve meşru olan budur.” diye buyurmuş.
Yesinler senin “Efendi”ni Oral Çalışlar Efendi, hatta seni “Efendi”ler götürsün e mi Oralfendi…
Ahmet Bey söz konusu yazıyı maalesef ben de okudum. Ülkede kök salan yeni düzeni hayretler ve biraz da korku içinde izliyorum.
Geçen gün Fransız Konsolosluğu’nun vize servisindeydim. Bekleyenler için kurulan TV’de STV açıktı!!
İşin daha ilginci STV’de, Hoca Efendi’nin Şükrü Saraçoğlu Standı’nda çıkan olaylarla ilgili vaaz verdiği bir sırada bir güvenlik gelip TV’nin sesini açtı.
Yani en üstünden en altına kadar her kademe “Hizmet” sahibinin sesine sahip çıkmaya çalışıyor.:))
Geleceğe dair korkularım oluşuyor fakat kendi kendimi “su tersine akmaz” diyerek telkin etmeye çalışıyorum.
Yorum tarafından Ercan Mutlu — Mayıs 24, 2012 @ 10:47 am
Efendiliğimi koruyarak bu yazıya sadece dünyaya at gözlüğüyle bakanlar hala var mı diyorum.
Yorum tarafından suat — Mayıs 24, 2012 @ 5:44 pm